7 Haziran 2009 Pazar

Ne güzel dizimizdin sen...



"Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla" der ya şair, işte bu satırlara yakışan bir diziydi Yeditepe İstanbul.

Biteli yıllar oldu ama tadı damağımızda hala, en azından benimkinin... Gerçi televizyonda gösterildiği sırada izleyememiştim. Sonra da büyük ihtimalle ağalı köy dizilerine ya da vurdulu kırdılı kurtlar sofrasına yenik düşüp bitivermiş ben farkına varamadan.

Şimdilerde, yine nöbetçi olduğum bu sıkıcı Pazar günüme renk, hüzün ve anlam kattı, aynı zamanda neşe de... bazen hüzünlendiğiniz an aynı anda gülmek de gelir ya içinizden, öyle bi film çekmişler iste... Şimdilerin bol ağdalı, duyguların vıcık vıcık iğdiş edildiği dizilerle karşılaştırmak bile haksızlık sanki...

Dedim ya yeniden, sil baştan izliyorum; ilk bölümlerdeki bir benzetme çok hoş. Mahallenin bilge ve sanatkar ruhlu berberi (Güven Kıraç), haylaz oğlan Ömer'in aşk karmaşasına kendince açıklık getiriyor. İlk olarak diyor ki "çok kasma bu kadar, biraz akışına bırak, aynı Mustafa Sandal gibi :))" Malum o dönemlerde Sandal sanırım en deli çağlarında arabalı şarkılar söylüyordu, henüz evlenip barklanmamıştı da.

Berberin sonraki sözleri daha bir anlamlı, "Aşk aynı lunaparktaki tahta ata benzer... Hani jetonla çalışır ya, atarsın içine, bir ileri bir geri, bir ileri bir geri... sanki bir yere gidiyormuş gibi bir his içinde, bir coşku, ayakların yerden kesilir. Halbuki bir yere gittiğin yok, tahta at çakılı oraya. Jeton bitince, rüya buraya kadar..."

Sadece tahta atın değil benim jeton da düşüyor birden :) Bu kadar mı güzel anlatılır... E jeton bitince ne olacak? İnmek ya da inmemek, kalmak ya da gitmek....Bir de dönme dolaba mı binsem acaba diye düşüneceksin belki... En baştan bol jeton almalıydın sanki yanına, bittikçe atmak üzere. Ya da bizim Almanyadaki gurbetçilerin yaptığı gibi jeton yerine geçecek buz parçaları gibi birşeyler mi atmak lazım....Ya da baştan hiç binmemek...

Seçenekler ve benim kafa karışıklığım sonsuza uzayıp gidiyor... Şarkıdaki gibi "Bana bir berber lazım, o da bu gece (hatta hemen) lazım" :)))



2 Haziran 2009 Salı

TERSİNE (Mİ) DÜNYA





TERSİNE (Mİ) DÜNYA-KADINLARIN YÖNETTİĞİ BİR TOPLUM

Der Spiegel'de bir yazı başlığı çarptı gözüme: "Kadınlar işbaşında iken
erkekler daha iyi yaşıyor"
Yine İngiliz bilim adamlarının bir araştırmasıdır demeyip, başlığı
tıkladığınızda çok ilginç bir toplum yapısının sırları saçılıyor ortaya.
Arjantinli bir yazar, Ricardo Coler, güzelim Arjantin'de tangoya devam
etmek varken, şeytanın dürtmesi sonucu gitmiş Çin'e, Mosuo diyarına ve
genel geçer toplum yapısına ve cinsiyet kimliklerine ters biçimde yaşayan
bu insanlarla iki ay geçirmiş. Der Spiegel de kaçırmamış tabi bu ilginç
araştırma ve yaşam deneyimini, işte Coler ile söyleşiden bazı satır
başları:
Öncelikle bakalım kim bu Mosuolular....Kadın ve erkek rolleri hepimizin
alıştığından çok farklı. Aslında bir çeşit anaerkil bir toplum onlarınki.
Hemen hemen her şeye kadınlar karar ve yön veriyor ( e iyi de bunun neresi
değişik diyen erkekleri duyabiliyorum) O kadar basit değil, gerçek anlamda
herşey kadınların kontrolü ve sorumluluğunda. Kadınlar çalışırken
erkeklerin ne yaptığını ise Coler'dan dinliyoruz:
"Kadınlar işbaşında iken erkekler daha iyi yaşıyor; neredeyse hiçbir
şeyden sorumlu değilsiniz, daha az çalışıyor ve gününüzü arkadaşlarınızla
geçirebiliyorsunuz. Her gece farklı bir kadınla olabiliyorsunuz. Ve
bunların ötesinde, her zaman annenizin evinde yaşayabiliyorsunuz."



Erkekleri duyar gibiyim, burası cennet olmalı !!! Ama işler o kadar da
basit değil. Toplumun ve birçok şeyin kontrolü tamamen kadınların elinde.
Fiziksel güç gerektiren işlerde erkekler kullanılıyor, bir de mesela ev
satın almak gibi önemli bazı kararlarda erkeklere de soruluyor, hani senin
de bir fikrin var mı acaba diye :) Yazıdan anladığımız temelde kadınlar
daha üstün bir cins olarak görüldüğü için erkeklere pek fazla bir iş ve
hak düşmüyor.

Peki aşk ve seks ??? O konu da biraz karışık gibi... Şöyle ki bir çeşit
68'lerin modası olan özgür aşk ve seks ortamı...her gece farklı biriyle
olunabiliyor ancak buna tabi ki yine kadınlar karar veriyor. Normalde çok
sert ve haşin olabilen kadınlar, iş adam ayartmaya gelince "yeni gelin" edası
takınabiliyormuş mesela. Yetişkin her kadının kendine ait bir kulübesi
varken, erkekler büyük bir evde birlikte yaşıyormuş. Kadınların
kulübelerinin üstünde de birer kanca bulunuyor ve o kadının özel bir
erkek misafiri olduğunda o erkek şapkasını kancaya asıyormuş.
Söyleşiyi yapan muhabir yazarın özel hayatına da meraklı ki soruyor, peki siz şapkanızı hiç bir
kancaya astınız mı? Mosuo'lu kadınlardan biri bir çocuk yapmak istemiş tabi Arjantinli bu adamdan. Ancak yazar (ben çocukla ilgilenemem, çok ayrı dünyalarda yaşıyoruz) deyince kadının tepkisi sadece "So?" "Yani?" olmuş ve bu işi bu kadar ciddiye aldığı için bir de dalga geçmiş. Bakar mısınız bizim bu aralar çok tartıştığımız babasız çocuk büyütme olayları orada gayet normal karşılanıyor anlaşılan.

Peki kadın aşık olursa.... o zaman sadece aşık olduğu erkekle olabilme özgürlüğü
de var. Yazara göre Mosuo'da aşka çok değer veriliyor ve birliktelikler sadece aşk
üzerine kuruluyor, yani kadınlar aşık oldukları erkekle evlenmekle ya da
aile kurmakla ilgilenmiyor; sırf çocuklar, para ya da başka bir nedenden
ötürü onunla birlikte oturmak zorunda kalmıyorlar.


Söyleşinin ilginç noktalarından birisi de toplumun evliliğe bakış açısını
gösteren sözler... Muhabir soruyor, "Peki Mosuo'da evlilik kavramı yok
mu?" Yazar yanıtlıyor: "Tabi ki var, hatta çocuklar bununla korkutuluyor
bile." İste koptuğum nokta :)) Bizdeki tehdit "evde kalırsın, kimse seni beğenmez"
iken, onlarda "Eğer uslu olmazsan, evlendiririz seni ona göre" imiş.
Yazının bana güzel gelen, Doğu toplumlarına örnek olması gereken cümlelerinden birini
alıntılayarak bitiriyorum... "A family without daughters is a catastrophe", Türkçe mealiyle
bir ailenin kız çocuğunun olmaması felaketle eşdeğer tutuluyor. Süperrr, sırf bu nedenle bile
sevilebilir bir diyar bu Mosuo...:)
Daha detaylı okumak isteyenler için söyleşinin linki:

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Tel Cambazı'ndan merhaba...

Cambaz'dan merhaba....

"Cambaz" kelimesi için sözlüğe bakıldığında iki karşıt anlamı içerdiğini görmek sürpriz oldu. Blogumu adlandırdığım bu kelime, usta ve becerikli insan anlamına gelebildiği gibi argo olarak "kaypak" anlamını da taşıyormuş.... Gel de çık işin içinden, hangisiyim ben ya da hangisi olmalı??? Ben yine de kaypak denilerek, ustalık isteyen bu denge oyununu oynayan tel cambazına ve bütün cambazlara haksızlık edildiğini düşünüyor ve cambaz kelimesine daha ziyade iyi anlamlar yüklüyorum, biline... :)
Şaka bi yana bloga bu adı vermemin en önemli sebebi, Turgut Uyar'ın çok sevdiğim alttaki şiiri. Benim için çok önemli olan birinden ilk duyuşumu ve balık hafızalı zihnime sokmak için gayret edişimi hatırlıyorum da... Tabi ki aklımda tutamadım ilk duyuşla ve hemen gidip bütün Turgut Uyar kitaplarını aldım. Bu muhteşem şairle tanışıklığım buradan gelir.
Her ne zaman okusam güç ve biraz da aldırmazlık hissi verir bu şiir bana....belki biraz da isyan arzusu. İşte belki blogun sebebi de budur, bir tür isyan. Yazamadıklarımız, içimizde biriktirip de söyleyemediklerimizi aktarmak, hayatın rutin işleyişine değisik bir pencere daha açmak çabası belki...Velhasıl Tel Cambazı'ndan merhaba ve işte o muhteşem şiir:

tel cambazının tel üstünde durumunu anlatır şiirdir

"sizin alınız al, inandım
morunuz mor, inandım
tanrınız büyük, amenna
şiiriniz adamakıllı şiir
dumanı da caba
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız

bütün ağaçlarla uyuşmuşum
kalabalık ha olmuş ha olmamış
sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
ama ağaçlar şöyleymiş
ama sokaklar böyleymiş
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız

aşkım da değişebilir gerçeklerim de
pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
yangelmişim diz boyu sulara
hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
hiçbirinizle dövüşemem
siz ne derseniz deyiniz
benim bir gizli bildiğim var

sizin alınız al, inandım
sizin morunuz mor, inandım
ben tam dünyaya göre
ben tam kendime göre
ama sizin adınız ne
benim dengemi bozmayınız"